Kılıçarslan tarafından Miryakefalon’da bozguna uğratılan İmparator Manuel Kommen sonrası Anadolu, Türkler için gerçekten vatan hüviyetine büründü. Alparslan’ın oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk zamanında Büyük Selçuklular en parlak dönemine eriştiler. Marmara kıyılarına kadar Anadolu’nun dörtte üçü, Kudüs, Antakya, Urfa, Halep, Şam Selçuklu idaresine girdi.
Roma ve Çin medeniyetlerinin inkıtaa uğradığı dönemde, doğuda Sasaniler’in yükselişi başlamıştı. Bugünkü İran yaylası ve civarında yayılan Sâsânî uygarlığı, 3. ve 8. yüzyıllar arasında, Akdeniz’den, Hindistan ve Uzakdoğu’ya giden ticaret yollarında üstünlüğü ele geçirdi.
Hıristiyan Roma ile Zerdüşt Sâsânîler arasındaki İktisadî ve dinî harpler, 630’da, Doğu Roma’nın Kudüs’ü ele geçirmesiyle Roma’nın lehine döndü. Ancak bu iki düşman uygarlık için şimdi, daha büyük ve gün geçtikçe derine zuhur eden yeni bir medeniyetin tehlikesi belirmişti: İslâm. Müslümanlar, Hazreti Ömer (r.a) döneminde, Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) önderliğinde Kudüs’ü ele geçirdiler ve Asya içlerine kadar, esas manasıyla, yürekten yüreğe sızmaya başladılar. Doğu Roma, yeni bir hamle peşindeydi artık. Ancak bu defa da Bağdat’ı kontrol altında tutan yeni ve büyük bir İslam gücüyle karşılaştılar.
Bunlar, XI. yüzyılın ikinci yarısında, Selçuk hanedanı etrafında toplanmış olan Oğuz boylarıydı. Parçalanmış Roma’nın doğu kanadı için yenilgi kaçınılmaz görünüyordu. Çünkü Selçuklu Devleti, İslam birliğinin de yeni adıydı.
Selçuklu ailesi Oğuzların Üçok kolundan ve Kınık boyundandır. Aral Gölü ve Hazar arasına yerleşen bu Oğuz kabilelerinin sembolü, “üç kuş”tu. Selçuk Bey, Seyhun Irmağı ile Hazar Denizi arasında bağımsız olabilmek için Oğuz Yabgusu’na başkaldırmış ve 960 senesinde Cend şehrine gelerek İslâmiyet’i kabul etmiş, nüfuzunu sağlamlaştırmıştı.
Diğer Türk boyları, ağır ağır bu güçlü beyin etrafında toplanıyorlardı. Selçuk Bey’in vefatının ardından, önce büyük oğlu Arslan Bey’in etrafında birleşen Selçuklular, sonradan, kardeşi Mikâil Bey’in çocukları olan Tuğrul ve Çağrı kardeşler ve Arslan Yabgu’nun evlatları etrafında iki kola ayrıldılar. Birinci kol, Büyük Selçuklu Devleti’ni Irak, Kirman ve Suriye’de kurdu. Arslan Yabgu’nun torunları ise, Anadolu Selçuklu Sultanlığımı oluşturdular.
Arslan Yabgu, henüz göçebe Selçukluların siyasî önderi olmakla birlikte kabilesiyle arasındaki feodal bağ, sanıldığı kadar güçlü değildi. Ancak merhum Selçuk Bey’in öteki oğulları, kendi içlerinde bağımsız olsalar dahi, mühim olaylar etrafında derhal kenetlenmeyi başarıyorlardı.
Aynı dönemde, diğer bir ınüslüman güç olan Karahanlılar’ın, Gazne fitnesiyle, Ali Tigin önderliğinde Selçukluların üzerine yürümesi, Tuğrul ve Çağrı Beyleri zor durumda bıraktı. Artan Gazne ve Karahan baskısı, Sel- çuklular’ı, Gazne elinde bulunan Horasan’a yürümeye zorladı. Gazneli Sultan Mesud, 1035’te Selçuklu güçleri karşısında başarısızlığa uğradı. Bu arada Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin İttifakına amcaları Musa Yabgu da dahil olmuştu. Bu yeni güçlerle giderek yayılan ve irileşen Selçuklu kudretinden rahatsız olan Gazne Devleti, 1038 yılında yeni bir sefer daha başlattı. 1040 senesinde Merv ve Serah arasındaki Dandanakan ovasında gerçekleşen ve Selçukluların kesin galibiyetiyle neticelenen Dandanakan Muharebesi, Gazneliler’in gerileme ve neticede yıkılma sürecinin başlangıcı olduğu gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nin de kuruluşu kabul edilir.
Geleneksel Türk feodal yapılanmasıyla Büyük Selçuklu Devleti’nin vilayetleri, bu üç başbuğ arasında paylaşıldı. Nişabur’da, Gazneli Sultan Mesud’un tahtına oturan Tuğrul Bey ise amcası Musa Yabgu’nun muvafakatiyle devletin mutlak hakimi ve sultandı. Yeni kurulan devletin en büyük ve öncelikli sorunu, süre giden Oğuz göçleriydi. Bu Türkmenler, Doğu Anadolu’ya, Bizans sınırlarına yükleniyorlardı.
Tuğrul Bey’e isyan eden, Arslan Yabgu’nun oğlu Ku- talmış, 1046’da Doğu Roma’ya karşı ilk zaferini kazandı ancak bir pusuda şehit düştü. Bunun üzerine Tuğrul Bey, diğer amcası Yusuf Yınal’ın oğlu İbrahim Yı- nal’ı batı uçlarında gaza Ne görevlendirdi. 1048’de Doğru Roma’ya ağır bir darbe vuruldu ve Anadolu içlerine sızıldı. Tuğrul Bey’in maksadı, İslâm dünyasında Şiî idaresine son vermekti ve bunun için devletini mutlak manada merkezîleştirmek istiyordu. İbrahim Yınal, Batı uçlarında tüm askerî yükü kendisinin çektiğini düşünerek haksızlığa uğradığı inancıyla, Tuğrul Bey’e karşı sertleşmeye başladı.
Kendisine Hemedan merkezli bir devlet kurabilmek peşindeydi ve artık bu hedefini gizlemiyordu. Çatışma kaçınılmazdı. Nihayet 1050 yılında gerçekleşen çarpışmayla birlikte İbrahim Yınal yenildi. Bu sırada da Çağrı Bey’in oğlu Alparslan, doğuda Gazne ve Karahan- lılar’a karşı yeni zaferler kazanıyordu. Fakat aynı anda Oğuz göçleri sürüyor. Sünnî-Şîî çekişmesi devam ediyor, Bizans saldırıları ise yeni yeni seferlerle tekrarlayıp duruyordu. Selçuklu Devleti, bekası için Anadolu’ya açılmaktan başka bir yol göremiyordu.
Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’a girerek, Sünnî halifelik ile Selçuklu saltanatını birleştirdi. Bu vesileyle Sünnî dünya ve Ehl-I sünnet akidesi, emin ellerde güçlenmiş ve bütünüyle kaybolmaktan kurtulmuş oluyordu. Peşi sıra gelen yıllarda Tuğrul Bey, hanedan ayaklanmalarından bir türlü kurtulamadı. İbrahim Yınal tekrar başkaldırdı ve Alparslan tarafından 1059 yılında Rey savaşında mağlup edilerek boğduruldu.
Tuğrul Bey’in vefatıyla (1063) üvey oğlu Anu- şlıevan. Çağrı Bey’in oğulları Süleyman ile Alparslan ve Kutalmış arasında taht mücadeleleri başladı. Şiddetli çatışmalar sonrasında Alparslan, bütün muhtemel adayları ortadan kaldırdı ve Rey şehrinde tek başına tahta çıktı. 1064’te Kars’ı ele geçirdi. 1067’de Kayseri’ye kadar ulaştı. Romen Diyojen komutasındaki büyük bir Doğu Roma ordusunu 1071’de bozguna uğrattı. Bu sayede Anadolu. Türklere açılmış oldu.
Bir yüzyıl sonra, II. Kılıçarslan tarafından Miryakefalon’da bozguna uğratılan imparator Manuel Komnen sonrası Anadolu, Tüıkler için gerçekten vatan hüviyetine büründü. Alparslan’ın oğlu Melikşah ve veziri Nizâmülmülk zamanında, Büyük Selçuklular en parlak dönemine eriştiler.
Marmara kıyılarına kadar Anadolu’nun dörtte üçü, Kudüs, Antakya, Urfa, Halep, Şam, Selçuklu idaresine girdi. Kaşgar’dan Boğaziçi’ne, Akdeniz’den Kafkaslara, oradan da Yemen ve Hint Denizl’ne kadar ulaştılar. Bu muhteşem dönem, Mellkşah’ın 38 yaşında vefatına kadar devam etti (1092). Peşi sıra büyük iç kavgalar başladı. Nizâmülmülk’ün de öldürülmesiyle devlet parçalanıp çöküşe geçti.